14.6.13

Umudumuz var mı?



Her akşam işten çıkıyoruz, deniz gözlüğümüz, Talcid'li suyumuz, maskemiz çantamızda, Gezi'ye gidiyoruz. Bazen saatlerce, bazen sadece 1-2 saatliğine. Gitmezsek içimiz rahatlamıyor, vicdanımız susmuyor. Aileler tedirgin, çoğumuz hala yalan söylüyoruz. Ya da gittikten sonra "Şeey... Ben Gezi'deydim" diye itiraf ediyoruz. Aslında biz korkmuyoruz, sadece aşırı heyecanlıyız. Sonunda bir olduğumuz için, aramızdaki farklara rağmen birbirimizi sevdiğimiz için, birlikte çok kuvvetli olduğumuz için, tarihi anlara tanıklık ettiğimizi hissettiğimiz için. Tek korkumuz annemizin-babamızın üzülmemesi. En azından benim tek korkum bu. Onları üzmeyi hiç istemiyorum. Sırf bu yüzden güçlü olmaya, polise yakalanmamaya, yaralanmamaya çalışıyorum. Annemler üzülmesin, gerisi dert değil. 

Sonra toplanıyoruz arkadaşlarla, neden burada olduğumuzu soruyoruz. Sanırım hepimizin ilk cevabı: vicdan. Derken şu cümleler dökülüyor dudaklarımızdan:
"Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak."
"Bundan önce biz ne yapıyormuşuz?"
"Biz kazanacağız, bir gün bu konu kapanacak, rutin hayatımıza geri döneceğiz ama bu kez her şey değişmiş olacak. Haklarımızı biliyoruz ve artık susmayacağız"


İçimizde sönmek bilmeyen bir ateş var ve sadece adalet yerini bulduğunda rahatlayacağımızı hepimiz biliyoruz.

Bir yandan da, direniş başladığında politik olmamak üzerine kuruluydu her şey. Şimdiyse, bu hareketten politik bir duruşun çıkmasını bekliyorum. Ama Gezi'deki flamalılardan değil. Yıllardır bir adım atamayan küçük grupların arkasında durmak, onların bayrakları altında durmak istemiyorum. Hele Abdullah Öcalan bayrağı taşıyan insanların yanında durmayı hiç istemem. Herkesin fikirlerine destek olacak bir grubun çıkması zor ama bu hareketten ders çıkaran, insanların ne istediğini bilen bir partinin çıkmasını çok isterdim. Ne dersiniz, umudumuz var mı?

9.6.13

#OccupyGezi // Özgürlük, barış ve huzur için


Bir ağaçla başladı her şey. Bütün farklılıklarımıza rağmen hepimizi bir araya getirdi. Yıllar süren uykumuzdan uyanıp, özgürlüğümüzün peşine düştük. 10 yıldır sansürlenen hayatımızı eski rengine kavuşturmak için toplandık. Birbirimizi ötekileştirmeden bir araya gelip, gerçekten bir olduk. 31 Mayıs'tan itibaren yaşadıklarımızı kelimelere dökmek o kadar zor ki. Bu hepimizin ilk kez yaşadığı bir tecrübeydi. Çok şey yazılıyor, her gün onlarca yazı okuyoruz ama toplumsal hafızamız çok zayıf olduğu için ne kadar yazılırsa o kadar iyi olur diyerek, ben de kendi arşivim için, unutmamak için bazı alt başlıklar halinde yazmak istiyorum. 

Polis - Biber gazı - Yaralanma - Ölü

Polisin müdahalesine rağmen hiç birimiz Gezi'ye gitmeye kalkışırken korkmadık. Bir ara "Çok öndeyiz galiba" desek de, geri çekilmedik hiç. Hatta gazın geldiğini hissettiğimizde aramızdan biri "Gitmeyin arkadaşlar, geri çekilmeyin. Direnin!" diyerek bize güç vermişti. Gaz yiyeceğimizi bile bile Taksim'e yürüdük. "Biber gazı ilk başta etkiliyor ama üçüncüsünde alışıyorsun" diyorlardı. Deniz gözlüğü, maske, Talcid'li su çantalarımızın ayrılmaz parçası oldu. O gazı tatmasak utanacak hale geldik. Sonra da alıştık zaten, nasıl müdahale edeceğimizi de ilk gazdan sonra öğrendik. Bu arada polisin orantısız sevgisi giderek daha da büyüyor, bizim de sabrımız sınanıyordu.

Biber gazının yanı sıra portakal gazı kullanıldığı söylentileri yayılıyor, artık ne soluduğumuzu da bilmiyorduk. Bu 12 günde yaralıların sayısı artık sayılamayacak duruma geldi. Son durum 4 binin üzerinde yaralı ve maalesef 2 ölü. Gizlenen kask numaraları, sökülen Mobese kameraları sayesinde bunlar unutulacak sanılmasın. Zamanı gelecek ve bunların hepsinin hesabı sorulacak. İnanıyorum, inanmak istiyorum. 

Flamasız Gezi

İlk baştaki gibi direnişimize en barışçıl şekilde devam etmek istiyor ama aradaki provokatörleri engellemekte zorlanıyorduk. 1 Haziran Cumartesi günü, bundan tam bir hafta önce CHP mitingini iptal ettiğinde bütün otobüsler Beşiktaş'a gelmişti. Biz Beşiktaş'tan yürümeye başladığımızda aramıza katılan gruplara "Bayraklarınızı indirin! Biz burada hiçbir partiyi desteklemiyoruz!" diye bağırmıştık. Hatta ben bizzat CHP'li hanımlardan birine bayraklarını otobüste bırakmalarını rica etmiş ve bu direnişin hiçbir partiyle ilgisi olmadığını anlatmaya çalışmıştım. 

Şimdi düşününce bir haftada neler değiştiğini daha iyi anlıyorum. Bunlardan en önemlisi de, ortada hiçbir parti yokken, şimdi Taksim'de bir sürü derneğin ve partinin bu durumdan yararlanmaya çalıştığını görüyorum. Hiç biri muhalefet yapamazken, şimdi bundan pay çıkarmaya çalışmalarını çok aciz buluyorum. Misal BDP, Kürt meselesinin gündem düştüğünü hissedince hemen "Biz de olaya dalalım, provoke edelim" durumunda. Onun dışında da Türkiye'de şu an var olan bütün partiler eskimiş sloganları, her şeyden de öte eski siyaset yöntemleriyle davranıyorlar. Bu direniş elbette ki sonsuza kadar böyle sürmeyecek, demokratik bir sürecin işlemesi gerek, bu süre içerisinde belki yeni bir parti ortaya çıkar. Can Dündar'ın bu yazısını okuyunca "Neden olmasın?" dedim. Şu anki siyasetçiler bizim artık değişim istediğimizi ve bunlardan sıkıldığımızı anlamıyorlar. İşte bu yüzden, yeni bir oluşum olana kadar, şu anda Gezi Parkı'nı flamalarla dolduran herkes o bayraklarını geri alsın istiyoruz, flamasız Gezi'yi geri istiyoruz.




Medya

Başından beri olayın saklanmaya çalıştığını geçtim, Recep Tayyip Erdoğan'ın havalimanındaki konuşmasından sonra yedi gazetenin aynı başlıkla çıkması sevgili medyamız hakkında her şeyi anlatıyor zaten. Ülkede en özgür olması gereken kurumun bu halde olması, maalesef acınası bir durum. Bu yüzden Twitter ve Facebook'tan CNN'e, BBC'ye, Guardian'a, Al Jazeera'ye yazarak destek istedik. Bizim medyamız görmüyorsa, onlar yazar dedik ve yazdılar da. Henüz birilerinin eli oraya uzanamıyor çok şükür.

Ana akım medya bütün bu olaylar olduğunda susarken, daha önce muhtemelen hiç birimizin varlığından dahi haberdar olmadığı Halk TV çıktı ortaya. Taksim'den, Beşiktaş'tan canlı yayın yaparak bütün olayları göz önüne serdiler. Başbakan'ın baş belası dediği Twitter da hayatımızı kurtardı. Taksim civarında 3G erişimimiz jammer'lar tarafından kısıtlansa da, ilk haberleri ilk oradan aldık, almaya da devam ediyoruz. 



NTV ve CNN Türk protestolar yüzünden daha sonra polis şiddetini göstermeye başlasa da, hala güvenilir olmadıklarını hepimiz biliyoruz. Bu olaylar olurken susan kanallar, başbakanın Tunus'tan döndüğü akşam saatlerce canlı yayın yaptı mesela. Havalimanına belediyelerin SMS'leriyle toplanan yandaşların sayısı da inanılmaz bir şekilde abartıldı. 

Oysa benim hayalini kurduğum medyada mizah var. Youtube'da Olacak O Kadar'ın 90'lardaki videolarına baktığımda "Vay be, bunlar TV'de yayınlanıyormuş" diye hayret ediyorum. Aslında tam da olması gereken bu değil mi? Siyasetçiler hakkında parodiler olsun, karikatürler çizilsin, talk show yapanlar hafif ucundan dokundursun. Onlar da bizim gibi bunlara gülüp geçsinler, biraz rahat olsunlar. Değer mi bu kadar gerim gerim gerilmeye? "Biraz gevşeyin yahu" diyesim geliyor çoğu zaman. 

Gazetecinin yazarken "Patron ne der?", "Bu konuyu yazarsam beni Twitter'da linç ederler", "İşten çıkarılmasam bari" diye düşünmesini istemiyorum. Birilerine yaranarak yazmasını hiç istemiyorum. 


Gezi'deki son durum

Direnişin 12. gününde, Taksim son zamanlardaki en büyük, en coşkulu kalabalığı gördü. İzmir'de de aynı durum gözlenirken, diğer şehirlerde hala tam olarak neler döndüğünü bilmiyoruz. Oradaki insanlar güvende mi? Bu sorunun cevabını yine Twitter'da bulmaya çalışıyoruz. Onlar orada direnirken, buradaki gevşeme halinden de biraz utanıyorum açıkçası. Gezi'ye baktığımda oradaki durumun amacından biraz saptığını ve bazı insanların eğlence için orada olduğunu gözlemliyorum. Sırf bu yüzden iki gündür gidesim de gelmiyor. Henüz elimize hiçbir şey geçmemişken, başbakan hala oraya kışla yapılacak derken, iki arkadaşımız ölmüşken, eğlenmek için daha önümüzde çok zaman olduğunu düşünüyorum. Direniş için direnelim diyorum. 


Ne istiyoruz?

Gezi'deki ağaçlar 31 Mayıs'tan itibaren bu direnişin sembolü, özgürlük çığlığımızın sesi oldular. Durumun bir ağaçtan çok fazlası olduğunu hepimiz biliyoruz.
Peki ne istiyoruz?
- Bizi dinleyen hükümet
- Kendilerine oy vermeyen vatandaşlarının isteklerini de dikkate alan bir hükümet
- Özgür basın
- Bizi koruyan polis
- Kaç çocuk yapacağımıza karışmayan başbakan (Gerçi bu olaylardan sonra çoğumuzun 3-5 çocuk yapası geldi, yalan değil)
- Özgür yargı
- Hoşgörü
- Farklılıkları hor görmemek, ötekileştirmemek
- Üst perdeden konuşmayan bir başbakan - Babamız bile bizi böyle azarlamıyorken başbakanın azarlaması çok koyuyor(!)
- Sinemalarımızı, parklarımızı, sokaklardan çekilen masalarımızı, müzik festivallerindeki 24 yaş sınırının kalkmasını. 

Cihangir - Peace boy


Kısaca; özgürlük, barış ve hoşgörü istiyoruz. Bunları elde edene kadar ne olur rehavete kapılmayalım, haklarımızın peşinden gidelim ve onurlu direnişimizi sürdürelim.

Okuyan herkese çok sevgiler.


*Bu arada günlerdir birinin "Big Mouth Strikes Again"i kullanarak bir şey yapmasını bekledim ama kimse yapmayınca iş başa düştü. Morrissey'e sevgilerimi iletirken, ondan neden ses çıkmadığını da merak ediyorum. Bilenler haber versin, fax falan gönderelim kendisine, malum Twitter'ı yok.