27.2.11

Oscars - My List of Winners

Not predictions my loved ones. Here are my Oscars goes to...
Tahminler değil benim sevdiklerim. İşte benim Oscarlarım...


Best Picture: Inception
Actor In A Leading Role: James Franco (127 Hours)
Actor In A Supporting Role: Christian Bale (The Fighter)
Actress In A Leading Role: Jennifer Lawrence (Winter's Bone)
Actress In A Supporting Role: Melissa Leo (The Fighter)
Animated Feature Film: Toy Story 3
Art Direction: Harry Potter and the Deathly Hallows
Cinematography: Inception (Wally Pfister)
Costume Design: I Am Love
Directing: Tom Hooper (The King's Speech)
Documentary Feature: Exit Through The Gift Shop
Film Editing: The Fighter (Pamela Martin)
Makeup: The Wolfman (Rick Baker and Dave Elsey)
Music (Original Score): The Social Network
Music (Original Song): If I Rise (127 Hours - A.R.Rahman)
Sound Editing: Inception (Richard King)
Sound Mixing: The Social Network (Ren Klyce, David Parker, Michael Semanick, Mark Weingarten)
Visual Effects: Inception (Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley, Peter Bebb)
Writing (Adapted Screenplay): 127 Hours (Danny Boyle, Simon Beaufoy)
Writing (Original Screenplay): Inception (Christopher Nolan)

Before Oscars


Actually I don't like to compare movies or music, rate them like 10 to 1. It's not so rigt cause it's not scientific stuff, there is no true or false. Just some movies are liked more. Even if its not important for me, I love to watch Oscars.
The most loved way of award nights is red carpet and live performances for me. I don't care much who'll tale the Oscars tonight but I'm really curious about James Franco and Anne Hathaway's performances. Also there is so great actors will on stage to give Oscars... Jude Law, Reese Witherspoon, Hugh Jackman, Amy Adams, Robert Downey Jr., Nicole Kidman etc. It'll nice to see them on stage. There'll be 5 Oscar songs performed on stage, I'm waiting for Florence Welch's "If I Rise" (127 Hours OST).
Aslına bakarsanız filmlerin ve müziklerin yarıştırılmasını pek doğru buluyorum. Çünkü beğeni çok kişiye özgü birşey. Bu işin matemeatiği yok ki, ortada doğru ya da yanlış yok. Sadece çoğunluk tarafından daha çok beğeni toplama durumu var. Yani aslında ödülü kimin aldığı pek önemli olmasa da yine de Oscar'lar bizi heyecanlandırmaya devam ediyor.
Ödül törenlerinin en sevdiğim yanı, kırmızı halı ve canlı sahne performanslarıdır. Bu gece ödülleri kimin alacağından çok James Franco ve Anne Hathaway'in sunuculuk performanslarını merak ediyorum. Ayrıca bu gece ödülleri sunacak isimlerde birbirinden şahane. Jude Law, Reese Witherspoon, Hugh Jackman, Amy Adams, Robert Downey Jr. ve Nicole Kidman sadece bir kısmı. Ayrıca çok sevdiğim  Florence Welch bu sene adaylar içerisinden çok sevdiğim 127 Hours'ın "If I Rise" şarkısın seslendirecek. Bu bile Oscar'ları izlemek için bir neden.


From the nominees Black Swan and The Kids Are All Right are totally disappointment for me. Black Swan is not so bad but so overrated. Before I watched the movie I thought that I'm going to watch something visually and musically glamorous. But it's not. There is just a "White Swan", did you see the Black Swan in the movie? I just saw her naive part but where is the Black Swan's agression?  Don't tell me that her eyes turns red and grew wings on stage are her evil part's reflection. Tension is on the way but movie is lack of great sound effects.
The Kids Are All Right have great cast and unique script but it's like incomplete movie. Also what's the big deal of Annette Bening? I think Julianne Moore is much better than her. I don't think that Benning deserves Oscar.
Aday filmlerden The Kids Are All Right ve Black Swan'ın benim için hayak kırıklığı olduğunu söylemeliyim. Black Swan'ı izlemeden önce görsel ve müzikal anlamda çok şahane bir film izleyeceğimi düşünmüştüm. Natalie Portman rolünün hakkını verse dahi, ben o filmde sadece White Swan'ı gördüm. Ortada bir Black Swan yoktu. Gözlerin kırmızılaşması, kızımızın sahnede siyah kanatlara sahip olması onun içindeki şeytanı yansıtmaya yetmemiş. Gerilimin dozu iyi kullanılmış ama ses konusunda filmde eksikler var gibi.
The Kids Are All Right ise başarılı kadrosu ve değişik senaryosuna rağmen çok yarım kalmış bir film gibi. Hatta Annette Bening'in "En İyi Kadın Oyuncu" dalında aday olmasına anlam veremedim bile. Julianne Moore ondan kat be kat iyiydi.


I totally loved 127 Hours! I'm a huge fan of James Franco and he did his best in that movie. Almost one-man show and one place but it's not boring. We all know the end before watch but Danny Boyle makes it perfect emotional drama. I generally love based on a true story movies and it affected me so much. Because of Slumdog Millionaire, I think they won't give a chance to this movie.
127 Hours... Bir kere herkesin bu filmi izleyemeyeceğini söylemem lazım. Ülkemizde yeni vizyona girdi sayılır, gitmeden önce kana karşı zaafiyetiniz varsa sakın diyorum! Neredeyse tek kişilik oyunculukla, tek bir yerde devam eden film gerçek bir hikayeye dayanıyor. Konusunu, sonunu bilmemize rağmen beni son zamanlarda etkileyen böyle bir film olmamıştı. James Franco şu ana kadar en etkileyici performanslarından birini gerçekleştirmiş. Danny Boyle'un Slumdog Millionaire'inin üstünden çok zaman geçmediği için bu filmin şansı pek yok gibi.


The Fighter is top on my list because of Christian Bale. I think I'll be sad if he won't take the Oscar. This movie is also based on a true story. Amy Adams played unusual role in this movie and I liked her so much.
The Fighter, Christian Bale'in şahane oyunculuğuyla benim için yine zirvede olan filmlerden. Sanırım sadece Bale Oscar'ı alamazsa üzülürüm. Yine gerçek hayattan beyaz perdeye aktarılan filmin oyuncu kadrosu çok iyi. Amy Adams onu görmeye pek alışık olmadığımız tarzda bir rolle karşımıza çıktığı için pek sevindim ve çok beğendim.


I said I don't care who'll take Oscars but isn't it nonscence that Nolan is not nominated for "Best Director"? Unfortunately, Academy doesn't care of sci-fi movies. By the way, did u see how great movies Leonardo Di Caprio played after Catch Me If You Can? He's going great.
Adaylıkları önemsemiyorum diyorum ama Christopher Nolan'ın "En İyi Yönetmen" dalında aday gösterilmemesi ne demektir? Akademi bilim kurgu filmlerine maalesef her zaman burun kıvırıyor ve gereken değeri göstermiyor. Ben Inception'ı çok çok beğendim. Bu arada Leonardo Di Caprio Catch Me If You Can'den sonra ne kadar harika filmlerde oynamış fark ettiniz mi?


I really love period movies and dramas, and The King's Speech is one of the best of them. Colin Firth is the strongest nominee for "Best Leading Actor" and he totally deserves it. But I'll be happy if James Franco takes it, which seems hard :)
Dönem filmlerini her zaman çok sevdiğim için The King's Speech'i çok çok beğendim. Colin Firth'ün zaten ödülü almasına kesin gözüyle bakılıyor. Ki kesinlikle hak ediyor, ondan sonra en çok oy alanın James Franco olmasını dilerdim.


The Social Network is also little overrated movie in my opinion. They gave a lot of awards to TSN before Oscars, I think they wanted to awarded Facebook. People loves success stories right?
The Social Network'te sanki biraz şişirilmiş filmlerden biri gibi. Bence bu filmin Oscar'lardan önceki birçok ödülü kucaklaması Facebook şirketinin başarısından kaynaklanıyor. İnsanlar başarı hikayelerini hep sever değil mi?

The Toy Story 3 is great animaton and deserves to be in that list.
The Toy Story 3 çok şirin bir animasyondu ve 10 film içindeki yerini hak ediyor. Hala izlemeyeniniz varsa mutlaka izleyin diyorum.


I've still not watched True Grit so I don't have any comments about that. There is last nominee Winter's Bone, I think Jennifer Lawrance is nearly perfect in her role. Forget about Natalie and Annette, she deserves "Best Leading Actress". Movie is quite slow and not for everyone. Especially who can't stand to watch dialogue movies. Acting is great and subject is different in this movie.
True Grit'i hala izleyemediğim için malesef yorum yapamıyorum ama Winter's Bone kesinlikle "En İyi Kadın Oyuncu" ödülünü hak ediyor. Jennifer Lawrance mükemmele yakın bir oyunculuk sergilemiş. Filmi ağır temposu yüzünden herkes izlemeyebilir veya izleyip sevmeyebilir ama bence değişik bir konu ve harika oyunculukların olduğu bir dram.

Stuck in my mind... Shutter Island is the best movie(my taste) in 2010 but don't have any nominees. It's really shocking for me. Anyone knows why is that?
Aklıma takıldı, adaylıkların nasıl geliştiğini bilmiyorum ama yıl içerisinde izleyip en beğendiğim film olan Shutter Island'ın hiç bir dalda adaylığı olmaması bana çok şaşırtıcı geldi. Bilen varsa söylesin :)

24.2.11

Belediyecilik bunu mu gerektirir?

Aslında bu soruyu gerçekten bilmediğim için soruyorum. Dün bir iş için yolum Bahçelievler'e düştü. Dönerken 5 dakikalık bir mesafeyi yürümem gerekiyordu. Tabii yürüyebilirsem... Zira, İzzettin Çalışlar Caddesi'nin büyük bir bölümünde yol bakımı yapılıyordu. Bütün mekanların önü ve kaldırımlar kaldırılmıştı. Bölüm bölüm değil tamamen upuzun bir yolda kaldırım yoktu. O sırada nasıl yürüyeceğimi düşünürken fotoğraf çekmek aklıma gelmedi ama metrobüse giden sokağa girdiğimde de aynı görüntüyle karşılaşınca hemen orayı fotoğraflamam gerek diye düşündüm (Bu arada kalitesiz cep telefonu fotoğrafları için kusura bakmayın, makinemin pilini almamışım!). Ben o hiç sevmediğim ama yağmurlu günde giyerim diye aldığım balıkçı tarzı çizmelerimi giymiştim. Fakat o yoldan geçmek zorunda olan çocuklar, yaşlılar, işe giden insanlar var. Tekrar altını çizmem gerek, bu fotoğrafları çektiğim sokak, metrobüse çıkan sokak.
Bilmiyorum aranızda inşaattan anlayan birileri var mı ama bu nasıl bir görüntüdür? Bu iş başka türlü yapılamaz mı?










23.2.11

Chromeo live on CONAN.

Chromeo'yu nasıl seviyorum belli değil. Dün gece Conan'da Hot Mess'i söylemişler, izlerken çok eğlendim, sizde mutlaka izleyin!
Bu arada Youtube'un durumu yine belirsiz. Bu sansürlerle nereye gidiyoruz belli değil. Şu anki hükümetle ilgili bir benzetme yapacaktım ama susuyorum. Ya dava açarlarsa?


22.2.11

Waiting for Kate Nash.




Kate Nash'i sevipte Foundations'ı ezbere söylemeyen, onun o şirin İngiliz aksanını taklit etmeye çalışmayan var mıdır aranızda? O kadar tatlı ki, keşke arkadaşım olsa diyor insan. Sözlerini dinlemezseniz, şarkıların aşırı duygu yüklü olduğunu sanırsınız. Halbuki günlük şeylerden, hayata kızgınlıklarından, kendisi hakkında saçma sapan şeylerden (mesela mouthwash) bahseder. Müziğinde öyle bir felsefe falan aranmamalıdır, eğlencelidir, güzel aksan barındırır, kızların söylemek istediklerini bağıra çağıra söyler o kadar. Samimidir işte, o yeter.


87 doğumlu Londra'lı müzisyen çıkışını MySpace sayesinde yaptı. 2005 yılında şarkılarını yüklemeye başladıktan sonra işin ileri gideceğini düşünmüş olmalı ki, daha ortada albüm falan yokken bir menajerle anlaşmış. İlk single'ını Moshi Moshi'den çıkaran Kate, 2007'de ilk albümü Made of Bricks'i Fiction Records'dan 2007'de çıkardı. Albümden ilk single Foundations İngiltere'de 2 numaraya ve albümde 1 numaraya yükseldi. Bu albümün başarısıyla Avrupa'da birçok festivalde çaldı. Bu arada albümden önce yaptığı coverlarla da konuşuldu. Fluorescent adolescent başta olmak üzere, Hang Me Up To Dry (Cold War Kids), Seven Nation Army (The White Stripes) gibi şarkıları repertuarına almış. 2010'da My Best Friend Is You albümüyle sahalara geri dönen cici kızımız olgunlaşma evresi dediğimiz döneme girmiş bulunmakta. Made of Bricks'teki kadar hitler bulundurmasa bile ben yeni albümüde bağrıma bastım.
Ve sonunda... 13 Nisan'da Kate Nash Babylon'da. Bu yıl içinde beni en çok heyecanlandıran konser haberi bu oldu. Babylon'un o şahane ortamında Kate'le birlikte şarkıları söylemek için hazırlanın! Biletler satışa çıktı, heyecanlanmak için elinizi çabuk tutun ve gidip bileti edinin.
Henüz Kate Nash'le tanışmayanınız varsa sizi Youtube'a yönlendiriyorum, geç kalmış sayılmazsınız!




Son albümden iki şarkı, Paris ve Do-Wah-Doo:

20.2.11

New York Fashion Week Autumn 2011

New York Fashion Week ended in 17th Feb. Generally furs are used in so many designer clothes. I like faux fur but not the real one. Skinny pants turns into high waisted wide legs. Oversized coats and voluminous skirts are other trends for autumn 2011. Satchel bags and long gloves are most used accesories. Sequins are trending in dresses, perfectly used by Jenny Packham especially. Velvet is used in accesories like bags, belts and shoes, which I really love! I love Mackage's wearable and cool clothes. And here are my favorites from NYFW...
Bu aralar moda gündemi açısından baya yoğun günler, geçtiğimiz haftalarda düzenlenen İstanbul fashion Week'in ardından dünyanın diğer şehirlerindeki moda haftalarıda sıraya girdi. 10-17 Şubat arasında tabii ki bütün gözler New York Fashion Week'teydi.
Genel olarak koleksiyonlarda çok fazla kürk kullanılmış (sahtesini severim ama gerçeğine karşıyım). Skinny pantolonların yerini yüksek bel dökümlü pantolonlar almış. Eteklerde de dökümlü kesimler mevcut ve bir beden büyük gibi duran paltolar var. Birazdan NYFW'ten en beğendiklerimi aşağıda göreceksiniz ama Mackage'in 2011 koleksiyonunu çok beğendim. Günlük giyilebilir, abartısız ve genel görünümü çok hoş kıyafetler var. Erkekler için her zamanki gibi az olan seçeneklere rağmen Mackage çok güzel ürünler sunmuş. Her sene biraz renk görmek istiyorum kış kıyafetlerinde ama yine koyu renkler almış başını gitmiş. En azından aralar biraz renk attırsalar fena olmaz. Satchel çantalar ve uzun eldivenler neredeyse en çok kullanılan aksesuarlar. Birde şallar başı örtmek için çok kullanılmış. Audrey Hepburn'ün 60'lardaki haline özenilmiş gibi. Elbiselerde şifon başta olmak üzere çoğunlukla dökümlü kumaşlar var. Gece kıyafetlerinde payetler özellikle Jenny Packham tarafından şahane kullanılmış.  Kadife özellikle ayakkabı, kemer ve çanta gibi aksesuarlarda var. Genel olarak beğendim ama önümüzde daha dün başlayan London Fashion Week var, bakalım orda neler göreceğiz...
















18.2.11

Social Media Week'ten Notlar - 2



Social Media Week'in ikinci günü 3 oturuma katıldım. Bunlardan ilki "Mobil Sosyal Ağlarda Kullanıcı Deneyimi"ydi. Konuşmacılar Turkcell'den Berna Şamiloğlu, Galatasaray Üniversitesi'nden Doç.Dr.Özgürol Öztürk ve Kokteyl-Coretech-Maçkolik gibi firmaların kurucusu Erdem Yurdanur'du.
* İlk sözü alan Özgürol hoca daha çok sayılardan oluşan sunumunu yaptı.
Mobil ağlarda başarı için:
Görünülürlüğe önem verilmeli,
Eylem-sonuç çok önemli,
Kullanıcılar iyi tanınmalı
Çeviri çok önemli"
Özgürol hocanın yaşları 18 ila 25 arasında üniversite öğrencileri arasında SMI head mounted tracking(göz izleme cihazı) teknolojisi kullanılarak yaptığı araştırmanın sunumuna şuradaki slideshare linkinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca Berna hanım oradayken, mobil kullanımının yaygınlaşmasının, operatörlerin iyi hizmet ve uygun fiyat politikasına bağlı olduğunu ve şu an mobil ağlarda internetin pahalı olduğunu söyledi. Genelde paket program sunan operatörlerin kısıtlamaları smart phone kullanıcıları için gerçekten yeterli değil, fiyatlar aşağı indikçe kullanım oranı mutlaka artacaktır.
*Berna Şamiloğlu bizlere 2010'da mobil açıdan yaşanan gelişmelerin olduğu bir video izletti.
Mobile Year in Review 2010





* Erdem Yurdanur Facebook'u nüfus kütüğüne benzetti ve şu an sadece geyik muhabbetinin döndüğü bir yer haline geldi dedi. Sosyal ağlar için moderasyonun gerekliliğinden bahsetti. Ona göre sosyal ağlarda başarı için anlatmak istediğiniz şeyi "50 saniye ve 3 satır"da anlatmalısınız. Çünkü (maalesef!) gençler ondan sonrasını izlemiyor ya da okumuyor.

* "Sosyal Medyada Nefret Söylemi" aslında konusu itibariyle üstüne çok konuşulacak bir oturumdu fakat çok hızlı sunumlar şeklinde geçti ve ben öyle oturumlarda konu ne kadar iyi olursa olsun çok sıkılıyorum. Nefret söylemi en çok siyaset, yabancılar, cinsiyet ve inanç üzerine yoğunlaşıyor. Spor alanında özellikle futbolda homofobik söylemlere daha fazla rastlandığını bir videoyla bize gösterdiler. Aslında nefret söylemi içinde bulunan insanlar bunun nefret söylemi olduğunun farkında değiller. Hatta bunlara youtube, facebook gibi sosyal mecralardaki yorumlarda dahil. Aslında inceleyince sunumlar kesinlikle ilgili olanlar için çok faydalı fakat maalesef henüz slideshare'e yüklenmemiş.



* Günün son oturumu "Homo Digitalis ve Popüler Kültür" konuklarından ötürü günü güzel bitirmek için iyi bir oturumdu. Sami Hazinses "kod isimli" twitter insanını sadece bazı RT'lerden görmüştüm, zaten panelde neredeyse hiç konuşmadığı için Dizüstü Edebiyat'tan kitabının çıkması haricinde kendisiyle ilgili pek birşey öğrenmedim. Yiğit Karaahmet'i yazılarından sonra canlı canlı görmek şahaneydi ama onun sivri tavrından korktuğumu da saklamıyorum. Bir an için yerimden kalksam bana laf sokuşturacak diye aklımdan geçmedi değil. Neyse ki moderatör koltuğunda Fatih Güner vardı, panelden ayrılmamak için onun varlığı yeterli oldu. Ayrıca Elif Dağdeviren'i gazeteci olarak tanıyordum ama sinemayla ilgili bir şeyler yaptığını bilmiyordum. Çok dolu bir kadın olduğunu düşündüm. 

Social Media Week'ten Notlar - 1

Sosyal medya dediğimiz şeyin ne olduğunu düşündünüz mü? SMWIST'in 3. gününde Cem Batu, Blogger's Base'de "Sivridir Batar" isimli konuşmasına -daha doğrusu sohbetine- bize bunu sorarak başladı. Sosyal Medya aslında iletişimin içine internet girince oluşan bir kavram. Cem Batu da sosyal medyadan para kazanan biri olarak Sosyal Medya Uzmanlığı diye bir şey olmadığını onun olsa olsa "İletişim Uzmanlığı" olduğunu söyledi. Sosyal medya deyince benim aklıma "diyalog" geliyor. Artık yazarların okuyucuları etkilediği kadar, okuyucular da yazarı etkiliyor. Yazar okuyucunun yorumlarından beslenebiliyor. Ya da hiçbir zaman yüz yüze karşılaşamayacağımız insanlarla fikrimizi paylaşabiliyoruz. Sürekli bir iletişim ve sonuçta diyalog halindeyiz. Sosyal medya tanımını yaparken aslında monologdan kurtulan bir medyadan söz edebiliriz.
"Sivridir Batar" Social Media Week'te şu zamana kadar dinlediğim en zevkli konuşmaydı. Tabii sohbet havasında ve sansürsüz olması ortamı eğlenceli hale getirdi.

Panelden geriye kalan notlarım...

 *İlk gün konuşmacılar arasında(Türk Usulü Sosyal Medya) yer alan Mert Alemdar örnek alınası bir şahsiyet. Hani bir şekilde üniversiteden mezun olmuşuzdur ama aslında bitirdiğimiz bölümün hiç bize göre olmadığını anlarız. Ya onu değiştirmek için bir şeyler yaparız ya da kaderimize boyun eğer, istemediğimiz işi yapmaya devam ederiz. Mert Alemdar "Su Ürünleri" fakültesinden mezun olmuş ama şimdi Türkiye'nin en büyük ajans ve firmalarına sosyal medya hizmeti sağlıyor. Örnek alınası bir durum değil mi? Bir şeyi gerçekten istemek ve çalışmanın ne denli önemli olduğunun kanıtı.
İnsanları işe alırken tabii ki sosyal ağlarını inceliyor. Sürekli like'layanları değil, üretip like alanların işe alındığını söyledi. Eğer onunla çalışma gibi bir hayaliniz varsa bunları unutmayın :)

* Rabarba'dan Oğuz Savaşan ve Fırat Ertem'in yanında Erdil Yaşaroğlu da Türk Usulü Sosyal Medya'da konuşmacılar arasındaydı. O özellikle twitter'dan bahsetti ve onu kullanırken fazla kasmadığını, yanında olan biriyle nasıl konuşuyorsa oraya öyle yazdığını söyledi. Bir ara Nike'ın sosyal medya planlarından bahsedilirken sıfır bütçeyle insanlara nasıl ulaşılabileceği konuşuluyordu, Erdil Yaşaroğlu durur mu? "Sanki global marka değil kuruyemişçi!"

* Rabarba'dan tavsiyeler: Kelimelerle oynayın, klişelere takla attırın, gündemi yakalayın, politik hiciv yapın.


* Bigumigu ekibinden Aygül ve Yalçın Pembecioğlu "Kendi Kendinin Medyası Olmak" başlıklı oturumda Cem Mumcu'ya sorularını yönelttiler. Cem Mumcu, bir insan sanal dünyada ne yapıyorsa gerçekte de onu yapıyor dedi. Sıradan medyayla blogların farkının reklam olduğunu söyledi. Bloglar daha içten ve reklam yapmadıkları için, kişinin gerçek tecrübesini yansıttığı için insanlara daha samimi görünüyor dedi. Yazmaya gönüllü olanlar için tavsiyeleri "Okuru düşünerek yazma veya başka birine anlatmak için bir şeyi okuma. Sadece yazmayı sevdiğin için, onsuz yapamadığın için yaz."


* Son oturum "Sosyal Medya ve Popüler Kültür"de Serdar Kuzuluoğlu ve Yüce Zerey'i dinledik. Dijital mecranın sosyalleşmeyi daha kolay hale getirdiğini ve ulaşılmazın yakın olduğundan bahsettiler. Aslında bizim o gün orada toplanmamız bile sosyal medyanın yarattığı bir sosyallikti.
Yüce Zerey: "Like" butonu yeni para birimi. Pazarlama açısından dislike yok, beğenmediğiniz şeylere ya bir yorum yazıyorsunuz ya da sadece öyle bakıp geçiyorsunuz."

14.2.11

God Bless you Bob Dylan!

I believe that Grammy Awards is not reliable, so I don't give importance to winners. Even if its good that someone give importance to nice things like Arcade Fire and The Black Keys. Nice thing about Grammy's is live performances. This performance by Mumford Sons, Avett Brothers and Bob Dylan was truly amazing. It was only reason to watch Grammy's. God bless you Bob Dylan!  


Grammy Müzik ödüllerine pek itibar etmem, çok ciddi bir yanı olduğunu sanmıyorum. Arcade Fire'ın yılın albümünü kazanması çok sevindirici olsa bile Grammy'nin güzelliği canlı performanslardır. Dün gecenin kesinlikle en büyük olayı Bob Dylan'ın Avett Brothers ve Mumford Sons ile aynı sahneyi paylaşmasıydı. Grammy izlemek için tek neden buydu bence. Çok yaşa Bob Dylan!


BAFTA 2011

It was big sunday, BAFTA in UK and Grammy's in USA.
Unfortunately most of the nominated movies are still not in theathres in Turkey. We have to wait 2 more weeks for Black Swan and I think 1 week for The King's Speech. I just watched The Fighter today, it was on theathres since Friday! So, I can't write about movies but full list is above and scroll down for best red carpet looks in BAFTA's.
Dünödül törenleriyle dolu bir pazar günü oldu, İngiltere'de BAFTA, Amerika'da Grammy vardı.
Bildiğiniz gibi aday filmlerden çoğunu hala yasal yollardan izleyemedik. The Fighter henüz Cuma günü vizyona girdi ve The King's Speech'le Black Swan için daha bekleyeceğiz. Bu yüzden filmler hakkında yazamıyorum ama kazananlar listesi aşağıda. E tabi kırmızı halı fotoğrafları olmadan olmaz.


1- Emma Stone in Lanvin. Love the colors and sleeky look. She was my favorite in Golden Globe too. I like her plain choices. / Lanvin içindeki Emma Stone'un elbisesinin rengi ve duruşu şahane. Altın Küre'de de en beğendiklerim arasındaydı. onun abartısız seçimlerini çok beğeniyorum.
2- Amy Adams in Elie Saab. Sequin detailed peach dress is so glamorous. / Şeftali tonlarındaki payetli Elie Saab içerisinde Amy Adams her zamanki gibi çok güzel.
3- Jessica Alba in Versace. This is so ordinary dress, though she looks like pregnant but this color is my favorite, so nice. / Jessica Alba'nın Versace seçimi aslına bakarsanız çok sıradan ama rengi o kadar muhteşem ki, onu listeye almadan edemedim. Ayrıca o kolye ne alaka?
4- Tallulah Riley in Escada. Generally I don't like satin dresses but bow detail on shoulder and her hair makes it perfect. / Genelde tafta ve saten kıyafetleri pek beğenmem ama burda bir istisna oldu. Tallulah Riley'nin Escada'sında omuzdaki fiyonk detaylarını ve saçını çok beğendim.
5- Julianne Moore in Tom Ford. I like velvet and blue tones. This Tom Ford design is fits nicely to her. / Kadifeye bayılıyorum, birde o kadife Tom Ford'un elinden çıkmışsa zaten çok şahane oluyor. Birde mavi oldu mu tadından yenmez. Julianne Moore Altın Küre'de hayal kırıklığı olsada burda doğru yolu bulmuş gibi.


And gentlemen of the night / Gecenin centilmenleri




Winners...
Kazananlar...


* Outstanding British Film / En iyi İngiliz filmi:The King’s Speech
* Oustanding debut by a British Writer, Director or Producer / En iyi çıkış yapan İngiliz yazar, yönetmen veya yapımcı: Chris Morris, Four Lions
* Best Director / En iyi yönetmen: David Fincher, The Social Network
* Original Screenplay / En iyi senaryo: The King's Speech, David Seidler
* Adapted Screenplay / Uyarlama senaryo: The Social Network, Aaron Sorkin
* Film Not in the English Language / En iyi yabancı film: The Girl with the Dragon Tattoo, Søren Stærmose and Niels Arden Oplev
* Animated Film / En iyi animasyon: Toy Story 3, Lee Unkrich
* Leading Actor / En iyi erkek oyuncu: Colin Firth, The King's Speech
* Leading Actress / En iyi kadın oyuncu: Natalie Portman, Black Swan
* Supporting Actor / En iyi yardımcı erkek oyuncu: Geoffrey Rush, The King's Speech
* Supporting Actress / En iyi yardımcı kadın oyuncu: Helena Bonham Carter, The King's Speech
* Original Music / En iyi müzik: Alexandre Desplat, The King's Speech
* Cinematography / Sinematografi: True Grit, Roger Deakins
* Editing / Düzenleme: The Social Network, Angus Wall and Kirk Baxter
* Production Design / Prodüksiyon tasarımı: Inception, Guy Hendrix Dyas, Larry Dias and Doug Mowat
* Costume Design / Kostüm tasarımı: Alice in Wonderland, Colleen Atwood
* Sound / Ses: Inception, Richard King, Lora Hirschberg, Gary A Rizzo and Ed Novick
* Special Visual Effects / Görsel Efekt: Inception, Chris Corbould, Paul Franklin, Andrew Lockley, Peter Bebb
* Make up and Hair / Makyaj ve Saç: Alice in Wonderland, Valli O'Reilly, Paul Gooch
* Short Animation / Kısa Animasyon: The Eagleman Stag, Michael Please
* Short Film / Kısa film: Until the River Runs Red, Paul Wright, Poss Kondeatis
* Orange Wednesday's Rising Star Award / Orange Wednesday tarafından seçilen yükselen yıldız: Tom Hardy, Inception

11.2.11

The Black Keys - Howlin' For You

The Black Keys have so many great videos from their latest album "Brothers" and they're continuing to do more. This video's authorized channel is IMDB so far. This is kind of action movie trailer. Actors in video: Todd Bridges, Shaun White, Corbin Bernsen, Tricia Helfer and more... Just click image above to watch it. Isn't it so crazy?


The Black Keys "Brothers" albümündeki şarkılara şahane klipler çekmeye devam ediyorlar. Bu kez izleyeceğimiz video bir film fragmanı tadında olmuş ve şu anki yetkili tek yayıncı IMDB. Youtube'dan açmaya çalıştığımda "Bu video ülkenüzde izlenemez" uyarısıyla karşı karşıya kalıyorum. Aksiyon tadındaki klipte Todd Bridges, Shaun White, Corbin Bernsen, Tricia Helfer gibi oyuncular rol almış. Klibi izlemek için aşağıdaki görsele tıklamanız yeterli. Sizcede çok çılgın değil mi?




LA Noire





I must confess that I'm not good at video games. All I can play is Tetris and all other word games. So my iPhone is like my best friend with all that super apps. My brother is game freak so I hear so much about games and tech. There is one game called "LA Noire", probably gamers waiting that for 2 years. They worked with 32 HD cameras to reflect actors facial expressions on to the screen. Be careful when you watch it, mimics and expressions are truly amazing.
When I watched game's trailer before this video, I said "Wait wait, isn't he Aaron Staton?". Yeah it's totally him! So it shows how realistic is the game. As a Mad Men fan I really loved Aaron Staton's work here.
This game is belong to Rockstar Games and story is in 40's LA. I saw Heavy Rain when my bro played that, it looks kind of that but of course 10 times better. It'll be release 20th of May in Europe.
This game shows us how great is human mind, technology and imagination. It affects someone like me, so gamers should be so excited about that.


İtiraf.com: Oyunlardan fazla anlamam, en sevdiğim oyun Tetris ve bilimum kelime oyunlarıdır. Hatta okeye dördüncü bulamadığımda iPhone'umdaki okey app'i en sevdiğim arkadaşım olabilir. Evde oyun delisi bir kardeş varken ister istemez oyun dünyası hakkında her şeyi dinlemek zorunda bırakılıyorum (!). LA Noire diye bir oyun var ki, sanırım iki yıldan fazladır onun çıkması bekleniyor. Çıktığı zaman oyun dünyasındaki son nokta olacak herhalde. 32 HD kamerayla gerçek oyuncuların yüz ifadeleri dijital ortama taşınmış ve ortaya inanılmaz derecede bir gerçeklik çıkmış. Özellikle videoyu izlerken ağız hareketlerine ve mimiklere dikkat!
Bu videoyu izlemeden önce oyunun trailer'ını izlediğimde "Bi dakka, bi dakka bu Aaron Staton!" dedim. Oyunda Cole'u canlandıranın o olduğunu bilmiyordum bile ama gerçekten o canlandırıyormuş. Mad Men'den beri sevdiğim bir oyuncu olan Aaron Staton'ın böyle farklı bir işte yer alması çok hoşuma gitti. Rockstar Games'den çıkacak oyun, 40'ların Los Angeles'ında geçiyor. Yine kardeş sayesinde izlediğim(oynadığım diyemiyorum malesef) Heavy Rain tarzı bir oyun olacakmış gibi görünüyor. Ayrıca şöyle birşey ekleyeyim, oyunda 50 saatlik diyalog yer alacakmış, bu gerçekten etkileyici bir olay.
Türkiye'de satış tarihi ne olur bilemiyorum ama 20 Mayıs'ta Avrupa'da satışa sunulacağı kesin gibi.
Teknolojinin, hayal gücünün ve insan beyninin ne kadar güçlü olduğunu böyle şeyleri görünce bir kez daha anlıyorum. Benim gibi oyun dünyasına ilgisiz olan bir insanı bile böyle etkileyebiliyorsa oyun meraklılarını düşünemiyorum bile!









9.2.11

Are you ready for new The Strokes single?

New The Strokes album is coming on March 22nd. Until that day, they'll give us brand new single from Angles "Under Cover of Darkness". Did you know when they released their last album? In 2006! So, that makes big expression on new album, we'll see it in March. Hope it'll worth it!
If you want to listen and download(will be available for 48 hours) new The Strokes single, just go to their website, recently 10 hours and 31 minutes left!
Yeni The Strokes albümü 22 Mart'ta geliyor. O zamana kadar yeni albüm Angles'dan "Under Cover of Darkness"la oyalanmamızı istiyorlar. Düşünsenize en son albümlerini 2006'da çıkarmış bir gruptan bahsediyoruz, tabii ki bu da "Angles"ın yılın en merak edilenler listesine bir numaradan girmesini sağlıyor. Beklentiler büyük, umarım bu kadar beklemeyi hak edecek bir albüm çıkacaktır ortaya.
Yeni The Strokes single'ını dinlemek ve 48 saatliğine indirme şansına sahip olmak için tek yapmanız gereken web site'larına bir tık. Şu an 10 saat 31 dakika kalmış durumda! Heyecanlı bekleyiş devam ediyor.

Gypsy & The Cat




Bu ismi bir kenara yazın, çünkü bu aralar daha sık duymaya başlayacaksınız. Hatta eminim onları Coachella line-up'ında görmüşsünüzdür. Son zamanlarda Gilgamesh albümlerine takıldım kaldım diyebilirim, 2 aydır en çok dinlediğim albüm. Daha önce yazmak istiyordum ama bir türlü fırsat olmadı.
Xavier Bacash ve Lionel Towers'dan oluşan Melbourne'lu Gypsy & The Cat kendileri için büyük bir adım atıp geçen sene Londra'ya taşınmışlar. Albümde MGMT, Flaming Lips gibi isimlerle çalışan Dave Fridmann ve Franz Ferdinand'la çalışmış olan Rick Costey'le çalışmışlar. Biri 21 diğeri 25 yaşında olan ikili yaşlarından beklenmeyecek kadar güzel şarkı sözlerine imza atmışlar. Time to Wander'ı ilk dinleyişimde aşık oldum, ki bu benim için zor birşeydir. Saf pop ritimlerini elektronik altyapıyla birleştirip romantisizmle harmanladıkları Gilgamesh albümü son zamanlarda dinlediğim en güzel debut'lardan biri. Çokça tavsiye ediyorum ve bir gün onları İstanbul'da dinlemeyi umuyorum.
Web sitelerinden albümlerini ücretsiz olarak dinleyebilirsiniz, twitter'dan takipte kalmak için linkleri şurada.

6.2.11

İstanbul İçin !f Zamanı



Festivalin her türlüsü tarafımdan çokça sevilir. Özellikle müzik ve film bu konuda başı çeker. Film festivallerinde IKSV'nin düzenlediği FilmEkimi'nin bende her zaman ayrı bir yeri vardır. Üniversite zamanı Emek'e gidilir, kitapçık alınırdı. Ders saatlerine göre filmler belirlenir (hatta bazen devamsızlık yapabileceğimiz dersleri ekerdik) bilet alma günü beklenirdi. İstiklal'in kalabalığında bir filmden diğerine yetişmek için koşturur, aralarda bayılmamak için hızlıca birşeyler atıştırırdık. Her film, sonrasında farklı bir tat bırakır ve değişik bir bakış açısından olaylara bakmamızı sağlardı.
Aynı arkadaşlarımla hala görüşüyorum ama öğrenci olmanın verdiği hafiflik artık kalmadığı için birlikte festivallerin tadını çıkaramıyoruz. Ben yinede her sene olduğu gibi festivalleri kaçırmıyor hala büyük bir heyecanla bekliyorum.


AFM'nin düzenlediği !f Istanbul film festivali bu sene 10. kez düzenleniyor. 17-27 Şubat arasında İstanbul'luları filmlere çağırıyor. Maçka G-Mall bu sene festival programına katılan sinemalardan biri, haliyle fiyatlarda biraz artmış durumda. 5-7 Şubat arasında Mybilet'ten indirimli biletleri temin edebilirsiniz, o yüzden şu iki günü değerlendirip uygun fiyatlı biletleri kaçırmamanızı tavsiye ediyorum.
17 farklı bölüme sahip olan festivalde yaklaşan Oscar adayı filmler herhalde şu an en büyük ilgiyi görüyor. Hit Filmler bölümünde yer alan Black Swan, True Grit, Animal Kingdom, The Kids Are Allright gibi filmleri Oscar töreninden önce izlemek isterseniz elinizi çabuk tutun derim, zira biletlerin çoğu yarılanmış.


Sesli Yaşam bölümünde bir Damon Albarn hayranı olarak en merak ettiğim film tabii ki  Blur: No Distance Left to Run. Şu sıralar yeniden bir albüm kaydedekleri dedikodusu ortalarda dolaşırken grubun geçmişine bakmak için bu film şahane bir fırsat.


Dünyanın Çivisi bölümünde değişen dünyamıza ayna tutan filmler var. Benim bunlar arasından seçtiğim film 2012: Time for Change.


Y-eni Kuşak'ta ise iki filmi çok merak ediyorum: Oxygen(Adem) ve D'amour et d'eau Fraîche. Bu bölümde gençlerin yaşadığı sorunları, modern hayatın içindeki yalnızlığı ve belirsizliği anlatan, herhalde kendimizden çokça şey bulabileceğimiz filmler mevcut.


Film Forward: Sundance Özel bölümündeki filmler bence hepimize çok farklı boyutlar kazandıracak gibi görünüyor. Onların arasından seçtiğim film ise Amreeka.


Geçmiş yıllarda gösterilmiş en sevilen filmler Retrospektif adı altında toplanmış. Donnie Darko benim tüm zamanlar en sevdiğim filmler listesinde en üst sıralardadır. Onu festival ortamında izlemenin tadı bir başka olacak.



Bunlar benim önerilerim ama daha fazlasını görmek ve trailer'ları izlemek için mutlaka !f Istanbul'un sayfasına bakın ve Mybilet'ten biletlerinizi çabucak almayı unutmayın.

5.2.11

The White Stripes - Eternal Songs

The White Stripes would like to announce that today, February 2nd, 2011, their band has officially ended and will make no further new recordings or perform live.
The reason is not due to artistic differences or lack of wanting to continue, nor any health issues as both Meg and Jack are feeling fine and in good health.
It is for a myriad of reasons, but mostly to preserve What is beautiful and special about the band and have it stay that way.
Meg and Jack want to thank every one of their fans and admirers for the incredible support they have given throughout the 13 plus years of the White Stripes’ intense and incredible career.
........
band have this to say:

“The White Stripes do not belong to Meg and Jack anymore. The White Stripes belong to you now and you can do with it whatever you want. The beauty of art and music is that it can last forever if people want it to. Thank you for sharing this experience. Your involvement will never be lost on us and we are truly grateful.”
Sincerely,
Meg and Jack White
The White Stripes


This is part of Jack and Meg's farewell to fans. That night when I read this I felt so sad but then I thought they did the best. They have 6 great albums and perfect career. They just leave this at the top of their career. No one can act like that because of egos, money or love of fame. They were so unique and they will always be. Like they said to us we can do whatever we want with it. As a White Stripes fan I can listen to them 30 years from now on, really. They officially ended but good music never ends.


The White Stripes 2 gün önce (Şubat 2 2011) sitelerinden yaptıkları açıklamada resmen ayrıldıklarını açıkladılar. Artık birlikte şarkı kaydetmeyeceklerini, bu ayrılığın sağlık nedenleri ya da müzikal anlaşmazlıklardan dolayı olmadığını söylemişler. Grubun sahip olduğu güzel geçmişi korumak adına böyle bir karar almışlar. Meg ve Jack "The White Stripes artık bize ait değil, o size ait ve onunla her ne istiyorsanız onu yapabilirsiniz. Sanatın ve müziğin güzelliği insanların istediği sürece onun yaşamasıdır." demişler.
Açıkçası bu vedayı okuduğumda çok üzüldüm çünkü The White Stripes benim en sevdiğim gruplar arasındadır. Daha önceki postlarımda da bunu sürekli söylemişimdir. Ama şöyle bir düşündüğümde aslında en iyisini yapmışlar dedim. Bu herkesin yapabileceği bir şey değil. Egolar, para veya ün sevdası yüzünden kariyerini mahveden gruplardan olmaktansa 6 şahane albüm ve süper bir kariyerden sonra en iyi yerde bırakmayı bildiler. Onların dediği gibi artık WS bize ait ve ne istersek yaparız, mesela ben muhtemelen bundan 30 yıl sonra bile WS şarkılarını dinliyor olacağım.


The White Stripes formed in 1997 in Detroit by Jack and Meg White. They were married in 1996 and divorced in 2000 but continue to make music together. After their 3rd studio album White Blood Cells they go beyond Detroit garage band and had awesome success in worldwide. Because of their soulful music, Jack's great talent and musical genius they earned many awards and had loyal fans. Jack influenced by blues and it makes his rock'n'roll music very touchy. They have dancefloor songs but I think they always good at ballads. Jack literally lives songs that he played and Meg always did her best at drums. Their live performances should be watch as a lesson for beginners and no doubt they'll always remembered as greatest rock bands of history.


The White Stripes 1997'de Detroit'te o zamanlar evli olan Jack ve Meg White tarafından kuruldu (2000 yılında boşanan çift daha sonra birlikte müzik yapmaya devam ettiler). 2001'de White Blood Cells adıyla yayınladıkları üçüncü albümle uluslararası bir başarı yakalayıp Detroit'te bir garaj grubu olmanın çok ötesine geçtiler. Hisli müzikleri, Jack'ın enstrümanlardaki eşsiz başarısı, müzikal dehasıyla o albümden sonra çok büyük başarı ve sadık bir hayran kitlesi edindiler. Jack blues'dan besleniyor ve bunu müziğine çok etkileyici bir biçimde yansıtıyordu. The White Stripes'ın dans şarkıları olsa bile bence her zaman balladlarda da çok etkili oldular. Jack White şarkıları söylerken resmen o anı yaşıyor, sessiz sakin Meg'de davulunun her zaman hakkı veriyordu. Canlı performansları belki de müzik yapmaya yeni başlayanlar için ders niyetine izlenecektir her zaman. Hiç şüphesiz The White Stripes müzik tarihinde en başarılı gruplardan biri olarak anılacaktır.


Here are my picks from their 6 albums. / 6 albümlerinden seçtiklerim:


The White Stripes (1999)


One More Cup of Coffee



When I Hear My Name





De Stijl (2000)



You're Pretty Good Looking (For A Girl) and Hello Operator



Death Letter





White Blood Cells (2001)



Dead Leaves and The Dirty Ground



Fell In Love With A Girl




Elephant (2003)


The Hardest Button to Button



I Just Don't Know What To Do With Myself



Seven Nation Army





Get Behind Me Satan (2005)


My Doorbell



The Denial Twist



Blue Orchid





Icky Thump (2007)


You Don't Know What Love Is



Icky Thump



Conquest









Thank you The White Stripes for such an amazing 6 albums and eternal songs that lives in our souls forever.
The White Stripes'a bu şahane 6 albüm ve sonsuza kadar bizimle yaşayacak enfes şarkılar için teşekkürler.

3.2.11

Elding Oscarson




İskandinav mimarisini tanımlarken minimalist ve modernist diyebiliriz ama o modernliğin içinde donuklaşan değil sıcak ortamlar yaratan bir havası bence. Bu herhalde ahşap kullanımından kaynaklanıyor, mimari açıdan çok fazla bilgim olmadığı için bilemiyorum ama beğendiğim çoğu tasarımın İsveç'lilere ait olduğu kesin. Elding Oscarson, Johan Oscarson ve Jonas Elding'ın tasarım markası. Şimdi size göstereceğim fotoğraflar ise ikilinin Townhouse projesine ait. 75 metrekarelik bir alanda bembeyaz, ışık alan, rahat görünen, çok ferah bir ortam yaratmışlar. Salondaki kitaplığa bayıldım, ilerde evimde öyle bir oda olmasını çok isterim.



1st Floor / 1. Kat







Office in the backyard / Arka bahçede ofis



2nd Floor / 2. Kat





3rd Floor / 3. Kat