28.8.11

Reading and Leeds 2011'den seçmeler.

Dünyanın en eski popüler müzik festivallerinden biri olan Reading ve Leeds festivali eş zamanlı olarak iki ayrı yerde konuşlanan bir festival. Bu seneki headlinerları arasında Muse, The Strokes, Friendly Fires, The National, Pulp ve daha sayamayacağım kadar şahane grubu barındıran festivalden bazı videoları seçtim sizin için. BBC'nin yayınlamadığı henüz birçok video var, onları bekleyene kadar neler olmuş bir bakalım.

Pulp'tan Jarvis Cocker sahnede The Strokes'a eşlik etmiş ve The Cars'ın "Just What I Needed"ini söylemişler. Okuduğuma göre The Strokes'un performansı, festivaldeki en iyilerden biriymiş. Jarvis'in onlara katılması seyirciyi fena halde coşturmuş.

The Strokes ve Jarvis Cocker - Just What I Needed (The Cars cover)



2010'da çok güzel bir albüm yapan Crystal Castles, herhalde en popüler olan ve benim de en sevdiğim şarkıları Celestica'yla güzel bir performans sergilemiş ve BBC'nin kanalında yer bulmuşlar.

Crystal Castles - Celestica



Bombay Bicycle Club, yarın çıkacak 3. albümleri "A Different Kind of Fix"in kutlamasını yapmış sayılır. Giderek daha büyük kitlere çalan grubu yeni albümlerinden bir şarkıyla izliyoruz.

Bombay Bicycle Club - Lights Out, Words Gone



Çok ama çok sevdiğim TDCC bu sene en çok festival dolaşan gruplardan biri. Gittikleri her yerde seyircinin çok mutlu olduğu videolardan bile belli oluyor.

Two Door Cinema Club



My Chemical Romance dinlediğim bir grup değil fakat Queen gitaristi Bryan May'le tüyleri diken diken eden bir performans sergilemişler. Queen'in canlı performansını izlemeye yaşı kesinlikle tutmayacak bir ortalamaya sahip olan festivaldekilerin en azından Bryan May'i görebildikleri için çok şanslı olduğunu düşünüyorum.

My Chemical Romance ve Queen gitaristi Bryan May - We Will Rock You / Welcome To The Black Parade



Festivalde en merak ettiğim performanslar BBC Introducing çadırında yeni grupların yer aldığı performanslardı. Onlara facebook sayfamda yer vereceğim. Şu ana kadar izlediklerim arasında "The Bronze Medal"ı çok sevdim (facebook sayfamda görebilirsiniz). Yakında sayfayı güncelleyeceğim, takipte kalın.

26.8.11

Nerves Junior


Louisville'li lokal grup Nerves Junior, radara alınması gereken isimlerden biri. Elektronik rock diyebileceğimiz tarzda müzik yapan grup 6 Eylül'de çıkaracakları albümle aynı adı taşıyan single'ları "As Bright As Your Night Light"ı mayıs ayında yayınlamıştı. Daha önce paylaşmam gerekirdi ama yine de albüm öncesi bu harika şarkıyı mutlaka dinlemeniz gerek diye düşündüm. Bu şarkı albümün devamı için bir referans olacaksa gerçekten iyi bir albüm geliyor diyebiliriz. Son zamanlarda dinlediğim tek single'la beni heyecanlandıran gruplardan biri oldu Nerves Junior. Şimdi yapmamız gereken, 6 Eylül'ü bekleyip albümü dinlemek olacak. Eylül yeni albümler açısından çok bereketli olacak gibi duruyor, öyle değil mi?


As Bright As Your Night Light by Nerves Junior


24.8.11

Freedom or Death - Inside


Engineers of the Soul'dan Okan Budak'ın gönderdiği bir videoyla başladı her şey. "This Crowded Room"u dinlediğim ilk anda çok sevdim. Kimdi bu Freedom or Death? Daha önce duymamıştım ama daha fazlasını duymak için can atıyordum. Kanadalı ikili Steve Fernandez ve Sway Clarke'tan oluşan Freedom or Death, "Müziğimizi yaparken özgür olmak istiyoruz, öyle olmayacaksa bu bizim sanatımızın ölümü olur" demiş. Bu aslında grup ismine de bir açıklama getiriyor. 2010'da kendi isimleriyle çıkardıkları EP'nin ardından, nisan ayında "Ego" isimli bir EP daha çıkarmışlar. Güçlü vokal, yumuşak elektronik dokunuşlar, melodik nakaratlarla bir araya gelen ve gerçekten geniş sularda gezinen bir tarzları var. Dün yeni klipleri "Inside" Rolling Stone'da "exclusive" olarak yayınlandı. Bu grup için bayağı büyük bir adım oldu. Önceki işlerini bandcamp sayfalarından dinleyebilirsiniz. Bundan sonra artık bir LP'yle karşımıza çıksalar pek güzel olacak.



23.8.11

Girls - Honey Bunny


NPR Music az önce Girls'ün yeni şarkısı "Honey Bunny"nin premiere'ini yaptı. 13 Eylül 2011'de çıkacak yeni albümleri "Father, Son, Holy Ghost"tan yayınlanan "Vomit"i daha önce burada dinlemiştiniz. "Honey Bunny" Christopher Owens'ın yazdığı 18. şarkı olma özelliğini taşıyor. Bu şarkıyı 2008'de hafiften annesine serzeniş şeklinde yazmış. 2011'de bile hala surfer guitar sound'unun çok iyi olduğu söylemiş. 2011'in en çok beklenen albümlerinden biri olan "Father, Son, Holy Ghost" çok ses getirecek diye düşünüyorum. Ayrıca albümle ilgili çokça tweetlediğim için beni İncil'den pasajlar paylaşan bir hesabın takibe aldığını biliyor muydunuz?

Şarkıyı buradan dinleyebilirsiniz.

Florence+The Machine'den Yeni Album Habercisi

Florence+The Machine'i ozlemistim! Florence zaten en iyi kadın vokaller listesinde benim açımdan bayağı yukarıda bir yerlerdedir. Sonunda stüdyoya girmiş ve yeni albüm için hazırlıkları hızlandırmışlar. Paul Epworth prodüktörlüğünde kaydedilen ve henüz adı belli olmayan albüme 7 Kasım'da kavuşacağız. İşte o kavuşma öncesi "What The Water Gave Me" isimli şarkıyla karşımızdalar. Florence bu şarkıyı yazarken Frida Kahlo ve Virginia Woolf'un onun ilham kaynakları arasında olduğunu ve okyanusun doğanın güzel mucizelerinden biri olduğunu söylemiş.

The Drums'tan Online Video Kanalı "Visiomento"



The Drums web sitesinden yaptığı açıklamada; siber teşhirciliğin ve sınır tanımayan paylaşımcılığın şartlandırıldığı bir çağda görüntü ve seslerin ışık hızında paylaşıldığını, bu yüzden internet üzerinden kendi kanallarını kurduklarını açıklamışlar. Internette sosyal ağlar ve mikro blogging sayesinde özel hayatın yayınlanmasının çok daha kolay hale geldiğini ve bu sayede kendi ağlarını kurdukları için mutlu olduklarını söylüyorlar. 
Visiomento adını verdikleri kapalı devre kamera sistemi sayesinde yeni bir seriye başlıyolar ve her salı takipte olmamızı söylüyorlar. Visiomento'da stüdyodan kimi zaman konuk sanatçıların da katılımıyla yeni şarkılar dinleyebilecek ve onların samimi ortamlarına tanıklık edebileceğiz. Serinin ilk videosu Portamento adlı albümlerinde yer alacak olan "What You Were" isimli şarkı. 
Bununla birlikte var olan teknolojiyi grupların nasıl daha verimli kullanabileceğini görüyoruz. Özellikle Twitter, sanatçılarla hayranlar arasındaki perdeyi kaldırdı ve iletişimi daha ulaşılabilir hale getirdi. Böyle bir zamanda The Drums'ın Visiomento projesinin güzel bir örnek olacağını düşünüyor ve darısı diğerlerinin başına diyorum. İyi seyirler! 


18.8.11

Snow Patrol - Called Out In The Dark

Snow Patrol, 3 hafta önce "Called Out In The Dark" ismini verdiği yeni şarkısını youtube'da sadece ses dosyası olarak yayınlamıiştı. Klibi ise dün itibariyle yayında! Altıncı albümlerinin sinyali olan şarkıyı ilk dinlediğimde Snow Patrol'un genel soundundan çok farklı olduğunu düşünmüştüm. Sizce de öyle değil mi?

17.8.11

Organizatör olsanız...

Müzik ve festival sever bir insan olarak yılın yarısını dünyadaki festivalleri dolaşarak geçirmeyi çok isterdim. İş icabı bunu yapan insanlara gerçekten çok imreniyorum. Bazı grupları yıllarca bekliyoruz, bazıları ise ülkemize uğramadan dağılıyor ya da yaşlanıyorlar. Bazılarını ise ünlü oldukları ilk yıl "Keşke görsek diyoruz". Çeşitli sebeplerle görmek istediğimiz bir sürü grup oluyor haliyle. Yurt dışına gidip onları izleyenler şanslı ama ya burada bekleyenler? Ulaşabildiğim kadar insana ulaşıp bu yıl ve gelecek yaz Türkiye'de hangi grup ve sanatçıları görmek istediklerini belirtsinler istiyorum. Yorumlar bırakıldıktan sonra en fazla yazılan isimleri yine blogda açıklayacağım. Hadi bakalım bir düşünün, siz organizatör olsanız gelecek yaza kadar kimleri getirmeye çalışırdınız? Bu arada limit 10 grup/sanatçıyla sınırlı!


Benim listem:


Arctic Monkeys

Coldplay

The Black Keys

The Drums

Ellie Goulding

Girls

Kasabian

Kings of Leon (son durumları biraz karışık olsa bile)

Queens of the Stone Age

Two Door Cinema Club

Listemi yaptıktan sonra "Çok zor" dedim ama Rock'n Coke her sene olsaydı belki bunu söylemeyecektim. Ya da büyük başka bir festivalimiz olsaydı. Rock'n Coke bile zar zor düzenleniyor diyebilirsiniz ama neden bizde de bir Rock Werchter, Hurricane, Roskilde ya da Sziget olmasın? Öyle bir proje olursa gönüllü çalışmaya bile razı olurum herhalde :)

16.8.11

The Kooks - Is It Me

Daha önce tadımlık yayınladıkları şarkı sözlerinin olduğu "Is It Me" videosundan sonra bu sefer sahici video geldi The Kooks'tan. E hadi ama gelsin 12 Eylül, gelsin Junk of the Heart!


15.8.11

Konser Kültürümüz Var Mı?

Canlı müzik seven biri olarak, kapalı mekanların kış programlarını merakla bekledim. Bazı gruplar kapalı mekanda çok daha iyi performans sergiliyor. Kışın konserlere gitmenin apayrı bir tadı var. Buz gibi havadan sıcacık mekanlara girip, güzel müzikle içimizi ısıtmak kışın yapılabilecek en güzel aktivitelerden biri. Şahsen gece hayatını sevmeyen biri olarak beni evimden sadece iyi müzik yapan gruplar çıkarabilir. Bazense sevdiğim grupların gelmesine rağmen konser saatleri yüzünden gitmekten vazgeçtiğim oluyor. Konser saati 22:00 diye yazar, 23:30'da başlar. Konser mekanlarındaki bu gece kulubü mantığı malesef yıllardır değişmedi. Yurt dışında koca koca grupların konser saatleri 20:00-21:00 arası oluyor. Yani normal insan saatlerinde. Bizimki ise baykuş misali yaşayan insanlara normal gelebilir sadece. Hele ki haftaiçi olan konserler var, o konser 1-2 gibi bitecekse, kaçta eve gidip kaçta uyanacaksın? Hiç unutmuyorum Chicago Theatre'ın önünden geçerken The Xx'in konseri olduğunu görmüştüm, saat 9 civarıydı ben ordan geçerken ama konser saati 19:00'dı! Hatta Ekim'de Duran Duran sahne alacakmış orada, konser saati 20:00 ve söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama ilan edilen saatte başlıyor konserler. İnanmayan şuraya buyursun. 


Konserlerdeki diğer bir sorun ise dinleyici kitlesi. Aslında "dinleyici" kelimesini kullanmak saçma oluyor. İçeri girersin, insanlar grup sahnedeyken fısır fısır konuşurlar. Oraya gelip konuşan insanlara gerçekten anlam veremiyorum. Ya bir yerden bilet bulmuşlardır, ya sadece evde durmamak için çıkıp uğramışlardır. Yoksa konuşmaları için başka bir neden bulamıyorum. Zaten konser o kadar geç başlıyor, öncesinde arkadaşlarınla buluşup muhabbet etsene! Oraya müzik dinlemeye giden insanların zevkine tecavüz etmeye gerek yok. Bu konuşan insanların ayrı bir özelliği de, konserlere geç gitmeleri. Aslında bu yüzden konser mekanları geniş davranıyor olabilirler ama söyledikleri saatleri uygularlarsa zamanla insanların buna alışacağını düşünüyorum. 


Buradan konser mekanlarındaki yetkililere sesleniyorum, eminim benim gibi birçok müziksever aynı şeyi düşünüyordur. Artık insani saatlerde müzik dinlemek istiyoruz!

Bu Kış Güzel Geçecek! Vol.1



Mekanlar sonbahar-kış programlarını açıkladılar, serimize Babylon'la başlıyorum. 2 Ağustos'ta programını açıklayan Babylon beni inanılmaz derecede heyecanlandırdı. "29 Kasım Wild Beasts" yazısını okuyunca resmen nutkum tutuldu. Tarihlerin açıklanmasından yaklaşık bir ay önce Mabbas'a "Yeni albümü çıkmışken Wild Beasts gelse efsane olurdu. Yeni sezonu merakla bekliyorum" diye tweetlemiştim. Doğal olarak o zaman cevap veremedi ama onları daha önce Londra'da dinleyen Mabbas, grubun kapalı mekanda çok daha iyi olduğunu söylüyor. One Love'da izlediğim Wild Beasts'e hayran kalmış ve doyamamıştım. Umarım Babylon'da çok daha uzun ve Smother ağırlıklı bir performans izleriz. 29 Kasım'a çok var gibi görünse de, ben şimdiden çok heyecanlandım ve yeni sezonu sabırsızlıkla bekliyorum!


Wild Beasts haricinde No Age ve The Maccabees'i de merak ediyorum ama işsizlik devam ettiği sürece konserlere ayıracak bütçem sınırlı olduğundan Babylon'da Wild Beasts'le yetineceğim. 


İşte Babylon'un kış programı:


14.09.2011      The Maccabees
21/22.09.2011 Mulatu Astatke
23/24.09.2011 Tinariwen
28.09.2011      Sevval Sam
30.09.2011      Deadboy&2562
26.10.2011      The Lost Fingers
28.10.2011      Redd
29.10.2011      Pinch&Darkstar
02.11.2011      Plaid
03.11.2011      Büyük Ev Ablukada
12.11.2011      Mousse T.
23.11.2011      Guillemots
25.11.2011      Fenech Soler
29.11.2011      Wild Beasts
08.12.2011      No Age
15/16.12.2011 Apparat Band
18/19.12.2011 Milow
21.01.2012      DMZ

13.8.11

Haftasonu Filmi: Rise of the Planet of the Apes



Rise of The Planet of the Apes, yine fragmanını izlemeden ve hakkında bir şey okumadan gittiğim filmlerden biri oldu. 1968 yapımının iyi bir bilim kurgu olduğunu biliyorum(ama izlemedim). Tek bildiğim Andy Serkis'in yine farklı bir karaktere can verdiğiydi. Son zamanlarda onu insan olarak gördük mü acaba? :)  Lord of the Rings efsanesinden sonra burda da şempanzeyi canlandıran Andy Serkis'e bu rollerin teklif edilmesi boşa değil. 
Eski filmlerin yeniden çekimlerinin ya da devam filmlerinin revaçta olduğu son yıllarda Rise of the Planet of the Apes bunlar arasında en dikkat çeken filmlerden biri. Caesar'ı canlandırmak için kullanılan özel efektler ve motion-capture teknolojisi o kadar başarılı ki, o maymunların gerçekten bir ruhu olduğunu hissediyorsunuz.
Filmin alt metninde insanların kendi faydaları için hayvanları nasıl kullandığı var aslında. Başarıya giden yolda her yol mubah mı? Değil ama insanın gözünü para bürüyünce başka bir şey göremiyor. Ayrıca her şeyi kontrol etme isteğimiz ve bizim dışımızdaki canlıların bizim istediğimiz gibi yaşamasını istememiz ne kadar bencilce değil mi? Bunu hep yapıyoruz ve bu film biraz da bunlardan bahsediyor. İlk yarısını çok beğendiğim filmin ikinci yarısı çok daha hareketli ve macera dolu. Daha fazla yazarsam spoiler vermiş olacağım o yüzden diyorum ki, haftasonu bir film seçecekseniz geçen hafta vizyona girmiş olan bu film bu en iyi tercih olabilir. 

L'era Fresca



Yaz kış ayırt etmeden her daim dondurma tüketme potansiyeline sahip biri olarak yeni açılan yerleri mutlaka denemeye çalışıyorum. Uzun zamandır ev-hastane ortamının dışına çıkmadığım için bir anda 10 yerde açılan L'era Fresca şubelerini geç keşfetmiş olabilirim.


Çarşamba akşamı Marmara Forum'da yeni açılan D&R'ı görmeye ve kitap açlığımı yatıştırmaya gitmiştim. Çıkmadan önce soğuk bir şeyler içelim derken Cinebonus'un yanında pembeli çekici dekorasyonuyla L'era Fresca'yı gördüm ve kardeşimle denememiz gerektiğini düşündük. Karşımızda 20 çeşit dondurma belirdi ve ne yiyeceğimize karar vermekte zorlandık. Bize neredeyse her dondurmayı tattıran arkadaşa burdan teşekkür ediyorum!




L'era Fresca'yla ilgili bazı şeyleri sorduk, aldığımız yanıtlar: L'era Fresca %100 Türk markası ve sütleri dahil her ürünlerini kendileri üretiyorlar. Fıstık, kahve gibi malzemeleri en iyi yerlerden alıyorlarmış. Mesela, kahvelerini Napoli'den, fıstığı Antep'ten, fındığı Ordu'dan getiriyorlarmış. Özelliği tamamen doğal malzemelerden yapılmış olması, yani hiç katkı maddesi yok. En güzeli ise meyveli dondurmalarında yağ yok! Zaten yediğinizde o hafifliği hissediyorsunuz. Tattığım meyveli dondurmaların hepsi gerçek meyve tadı veriyordu. Çilek, frambuaz, muz, kavun, karadut, limon gibi meyveler sizi asla hayal kırıklığına uğratmayacak. Brownie'si şu ana kadar yediğim en güzel brownie'li dondurmaydı ve açık ara favorim oldu. Bitter çikolata ve sütlü çikolata olarak iki ayrı çeşitleri var. Bitter neredeyse siyah renkte , düşünün yani. Farklı olarak ceviz-tahinli ve yoğurtlu dondurma var. Şekerli yoğurt yediniz mi hiç bilmiyorum ama yoğurtlu aynen o tadı veriyordu. Dondurmalarda yağ olmadığı için sorbe kıvamındalar ve çabuk eriyorlar. O yüzden külahta değil, kapta yemenizi tavsiye ederim. Küçük kap 3, büyük kap 5 TL ve sonuna kadar dolduruyorlar. Büyük kap beni aştı şahsen!


Dondurma dışında tiramisu, lera sandwich(bisküvi arası dondurma), dondurmalı profiterol, semi freddo gibi çeşitler var. Kahve ve milkshake gibi içecek çeşitleri de mevcut. O dondurmalarla yapılan milkshake eminim ki çok lezzetli olur. Ayrıca ürettikleri doğal sütü şişede satıyorlar. 
Cuma akşamı(dün) tekrar L'era Fresca yemek ve fotoğraf çekmek için bu sefer maaile Forum'a gittik. Yine bir sürü tadımdan sonra dondurmalar alındı ve sevmeyen olmadı! İlk gittiğimizde farklı bir arkadaş vardı kasada, dün ise Doğan bey vardı, beni kırmayıp fotoğraf isteğimi geri çevirmediği için teşekkür ediyorum. L'era Fresca'nın dondurmaları gibi çalışanları da çok iyi. 



Bu arada L'era Fresca'nın şu an açıldığı noktaları da söyleyeyim ki, bu haftasonu sona ermeden mutlaka deneyin, pişman olmazsınız.

L'era Fresca noktaları

Bebek - Bebek Parkı Karşısı
Beşiktaş - Barbaros Bulvarı
Bahçelievler - Adnan Kahveci Bulvarı
Caddebostan - İskele Sk.(Barlar Sokağı)
Capacity
Marmara Forum
Olivium
Ortaköy - Vapur İskelesi Sk.
Profilo
Tünel


Web sitelerini ve sosyal medyalarını umarım bir an önce aktif hale getirirler. Yakında kendilerine şuradan ulaşabileceğiz: L'era Fresca

8.8.11

Girls - Vomit

Girls'ün albümüne 36 gün kala, Vomit adlı şahane şarkılarının klibi çıkmış. 4 gün gecikmeyle buyrun efendim.




Daley - Those Who Wait





Ben onu Gorillaz'ın "Doncamatic" şarkısıyla tanıdım. Şarkıya ve onun sesine bayıldım, gerçekten çok özel bir sesi var. Daley henüz 21 yaşında, Manchester'lı ve soul müzik yapıyor. Doncamatic'i Damon Albarn'la birlikte yazan Daley, onun öncesinde BBC'nin yeni yeteneklere yer verdiği "BBC Introducing" adlı program için canlı bir kayıt yapmış. 
Daley'nin ilk albümü henüz çıkmadı ama Gorillaz sayesinde kendisine şimdiden bir hayran kitlesi edindi. Uzun zamandır Twitter'da yeni bir şey paylaşacağının sinyallerini veriyordu. Ve işte, sonunda 10 şarkılık bir mixtape'le karşımızda. Sitesinden ücretsiz indirebileceğiniz mixtape'te Marsha Ambrosiu ile "Alone Together" adlı şarkıyı birlikte seslendirmişler. BBC1'de dinlediğimiz "Game Over" ve Doncamatic'i de eklemiş mixtape'e. Ayrıca Madonna'nın "Like A Virgin"ini akustik olarak seslendirmiş. Yeni albüme kadar Daley sevenleri memnun edecek bir kayıt olmuş. Yolun daha çok başında olan Daley bakalım bundan sonra nasıl bir albümle karşımıza çıkacak.


* Üstte yer alan albüm kapağına tıklayarak Daley'nin mixtape'ine ulaşabilirsiniz.

Sahnede devleşen adamlar: Coldplay

Bazı gruplar vardır, sahneye çıkar, şahane çalar ve giderler. Onları canlı görmenin zevkini tadarsınız ama bir şeyler eksiktir sanki. O "bitse de gitsek" havası gruptan seyircilere doğru yansır. Bazıları ise sahneye çıktığı an sizi etkisi altına alır ve büyülemeye başlar. Her şeyden önce kendisi eğlenir -ki sizi eğlendirsin-. Enerjisi o kadar yüksek olur ki, bir melodiyi binlerce insana aynı anda söyletmeyi başarabilir. Henüz canlı izleyemediğim ama videolarını her izlediğimde "Canlı görmem gerek" dediğim gruplardan biri: Coldplay.
Facebook sayfamdan takip etmişseniz Lollapalooza festivalin Youtube üzerinden canlı yayınlandığını görmüşsünüzdür. Festivalin ilk gününde headliner olan Coldplay'i Cumartesi sabahı 4 civarında canlı izledim ve resmen tüylerim diken diken oldu. Chris Martin başta olmak üzere tüm grup üyeleri şahaneydi. Oradaki insanlara herhalde hayatlarının en güzel anlarından birini yaşattılar. Büyük grup olmak herhalde böyle birşey. Müzik ise binlerce insana aynı zevkleri yaşatan, onları bir arada tutan şahane bir güç.





Bu arada festivalle ilgili kısa bir not: Lollapalooza, Chicago Grant Park'ta yapılan bir müzik festivali. Grant Park, Chicago şehir merkezinde, hatta şehrin kalbinde. Herhalde dünyadaki en iyi konuma sahip festivallerden biri. Çadır falan kurmadan, direk şehir merkezindeki bir otelde kalıp yürüyerek gidebileceğiniz bir yer! Bence şahane. Avrupa'da böyle merkezi yerde konumlanmış festivaller var mı acaba? Bilgisi olan?

6.8.11

Metropoldeki Yalnızlık: Edward Hopper

Onun resimlerinde insanlar ve şehirler öyle yalnızdır ki, baktığınızda içinizi büyük bir hüzün kaplar. Issız sokaklar, aynı odanın içinde birlikte ama çok yalnız insanlar, sonsuz gibi görünen bomboş yollar... 1882'de New York yakınlarında doğan ressam Edward Hopper, Amerika'nın ve dünyanın hızla büyüdüğü ve endüstrileşmeye başladığı yıllara tanık olmuş. Modernleşen zaman yalnız insanlarla dolu kocaman boşluklar yaratmış. Şehirleşme beraberinde bireyselliği getirmiş ve bu bireysellik bazen acınacak bir yalnızlık halini almış. İşte Edward Hopper bunları hissetmiş ve onları mükemmele yakın tekniklerle tablolarına yansıtmış. Resimlerinde özellikle ışık kullanımı ve insanların mimikleri harika resmedilmiş. Kendisi herhangi bir akıma bağlı olmadığını söylese bile, realist akımın en önemli ikonlarındandır. Room in New York'u ilk gördüğümde üniversitede Henrik Ibsen'in A Doll's House'unu okuyorduk ve onu hikayeden bir parça sanmıştım. Sonrasında ise Hopper'ın, aynı zamanlarda yaşadığı Ibsen'in hikayelerini çok sevdiğini öğrenmiştim. O Ibsen'in gerçekçi hikayelerinden etkilendi belki ama sonrasında kendisi sinema ve edebiyatta öyle etkiler bıraktı ki, özellikle Amerikan sinemasında onun eserlerinden etkilenen çok fazla yönetmen olmuş.
Eserlerinde gösteriş falan göremezsiniz. Tam tersine çarpıcı bir yalınlık ve rahatsız edici derecede bir gerçeklik vardır.

Room in New York

Nighthawks

Hotel Room

 
Summer Interior







Edward Hopper'ın en ünlü eseri olan Nighthawks(Gecekuşları)'ı Chicago Art Institute'ta görme şansım oldu. Neredeyse bütün eserlerinde olduğu gibi bunda da yalnızlık duygusu ve büyük bir izolasyon hakim görüntüye. Bardaki yüksek ışık müşterilerin korunaklı bir ortamda olduğunu işaret ediyor. Çevrelerinden öyle soyutlanmışlar ki, barın bir kapısı bile yok. Resimdeki çift birlikte ama ne birbirlerine dokunuyorlar, ne de bakıyorlar. Hepsi sanki o barda yalnızlıklarına hapsolmuş gibiler. İŞte bu yüzden resimlerindeki hikayeler aslında bizim, bu yılların gerçekçiliğini de anlatıyor. Koca koca şehirlerde, kalabalık içinde yapayalnız kalan insanları...

3.8.11

Merakla Beklenenler (Bölüm 2)

Merakla beklenen filmlerin ilk bölümünü burada yayınlamıştım. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. 
Şu ana kadar gördüğüm en heyecanlandırıcı Lars Von Trier film fragmanı Melancholia'ya ait. Dünyanın sonunu anlatan güzel bir film diye bahsedilmiş Melancholia'dan, Avrupa'da Mayıs ayında gösterime girmiş. Filmekimi'nde mutlaka olur diye düşündüğüm filmlerden biri.





Submarine'i blogda daha önce görmüştünüz. Filmden önce soundtrack albümü dikkatimi çekmişti çünkü albüm Alex Turner'a aitti. Gerçekten çok güzel bir albüm, hala dinlemediyseniz tavsiye ederim. Joe Dunthorne'un aynı isimli romanından uyarlanan filmin yönetmeni, Richard Ayoade. Bu filmin vizyona çıkmasını ya da festivallere girmesini bekleyemeden izleyeceğim sanırım.





Take Shelter korkunun hayatımızı nasıl yönlendirdiği ya da mahvettiğini konu alan bir dram.





İki İranlı genç kız, daha güzel bir hayatın hayallerini kurmaktadırlar. Özgür ruhları ama kısıtlı alanları var. Gençliği, baskıyı ve onun sonuçlarını anlatan bir film Circumstance.





16 yaşındaki Jamie, Adelaide'de annesi ve iki erkek kardeşiyle yaşamaktadır. Bir gün John'la tanışır ve onu hiç sahip olmadığı baba figürünün yerine koymaya başlar. Daha sonra olacaklardan elbette haberi yoktur. Film gerçek bir hikayeden yola çıkarak Avustralya'nın en kötü seri katili John Bunting'in Snowtown katliamını anlatıyor.





New York Times'da geçen bir yılı anlatan film, medyaya meraklı belgesel severler için kaçırılmayacak bir film.





Miranda July'ın yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı bir film The Future. Sophie ve Jason bir kediyi evlat edinmeye karar verirler. Evlat edinme düşüncesi birbirlerine olan bağlılıkları ve gelecek düşünceleri içinde bir test olacaktır.





Bu filmin sadece oyuncularını okumak bile zaman alıyor. Çünkü o kadar büyük ismi aynı bilim-kurgu filminde görmek benim için çok şaşırtıcı. Gwyneth Paltrow, Matt Damon,  Laurence Fishburne, Kate Winslet, Marion Cotillard, Jude Law!





Ryan Gosling'i eninde sonunda büyük bütçeli filmlerde göreceğimiz belliydi ama şahsen onun indie filmlerine devam etmesini diliyorum. Afişi son zamanlarda gördüğüm en iyilerden biri olan The Ides of March, bizde de ekim-kasım gibi vizyona girebilir.






1.8.11

Carey Mulligan ve Sihirli Değneği



Moda 50'lerde, özellikle 50'lerin sonunda bence en güzel yıllarından birini yaşamış. Yüksek belli kalem etekler, küçük karpuz kollar, zarif eldiven ve şapkalarla oluşturulan kadınsı görünüm bana her zaman çok çekici gelmiştir. Neyse ki moda kendini tekrar ediyor ve geçmiş yılları karıştırıp karıştırıp giyebiliyoruz. 50'lerin modern halini tarzına en iyi yansıtan ünlülerden biri şüphesiz ki Carey Mulligan. Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama onu herkesin giydiği tek tip kıyafetlerle ya da aşırı dekolteyle görmüyoruz. Bu şekilde de nasıl şık olunabileceğini bizlere gösteriyor. Tarzı kesinlikle örnek alınası ve ilham verici cinsten.




Bu tarzın arkasında ise Tiina Laakkonen isimli Norveçli bir stilist var aslında. Paris'teki eğitiminin ardından Karl Lagerfeld'le tanışır ve onun yanında staja başlar. Moda dünyasındaki çoğu insanın yerinde olmak istediği kişilerden biri haline gelir. Chanel'de geçen 3 senenin onun için gerçek bir eğitim olduğunu söyleyen Laakkonen, ardından İngiltere Vogue'da çalışmaya başlar. Orada çok başarılı stylingler yapan Laakkonen, Nicole Farhi'nin ilkbahar/yaz 2011 reklam kampanyası, Monique Lhuillier(ilkbahar/yaz 2011), Prabal Gurung(sonbahar/kış 2011) ve J Mendel'in(sonbahar/kış 2011) defilelerinde çalışmış son olarak. Uzun zamandır Carey Mulligan'ın stilistliğini yapan Laakkonen sihirli değneğini değdirerek onu adeta bir modern zaman prensesine dönüştürüyor. 


Carey Mulligan'ı kırmızı halıda üç kez Vionnet giyerken gördük.


Oscar'da giydiği siyah Prada'dan (soldan sağa 3.) sonra birçok davette yine Prada giydiğini gördük.


Roksana Ilincic ve Elie Saab elbiseye sahip olmak isterdim. Gerçekten çok ama çok güzeller. bu arada Carey'le ilgili küçük bir not: Pek sevdiğimiz Mumford and Sons'ın Marcus'uyla 6 aydır birlikte olan Carey'le Marcus'un bir hafta önce nişanlandığı söyleniyor!